Eğitim, yaşamın hemen her alanında ve özellikle de rekabetin sürekli
arttığı iş dünyasında en önemli girdi. Nitelikli bilgi ile donatılan bireyler,
deneyimli olmasalar da yönettikleri şirketleri know-how sahibi yaparak başarıya
götürüyor ve kazandırıyorlar.Günümüz kutuları dron’lara taşıtan, kayıtları da apps ile yapan kafaları ve bu kafalara sahip olanları değerli kılıyor. Bu kafaları yetiştirmek de iş dünyasından çok üniversitelerin görevi. Geleceğin profesyonelleri olacak bu gençler, uluslararası arenada kendilerine yer edinmeye ne kadar hazır? Doğru formasyona sahipler mi? Bu sorulara “evet” diyebilmek sektörün bu anlayışı benimsemesine ve yatırım yapmasına bağlı...
her alanda alaylı-mektepli rekabeti vardı(r). Yaptıkları işe yıllarını veren
alaylılar, dün gelen mekteplileri beğenmez. O alanda en yeni bilgileri edinen
mektepliler de bilgisi neredeyse kendi yaşı kadar uzun geçmişten gelenlere
burun kıvırır. Bu çekişmenin en çok yaşandığı alanlar usta-çırak ilişkisine
sırt çeviren iş kollarındadır. Zanaatkar, geleceğini göremediği ölçüde
gelecekten korkar, hatta yeni olana diş biler. Genel müdür olmak için doğduğunu
sanan, ama hakkını da vermek lazım ki doğduğu günden bu yana bir anne ile bir
babayı hatta biraz da büyükanne ile büyükbabayı başarıyla yöneten, gençler de
geçmişi sevmez. Geçmiş ile gelecek birbirinden koptuğunda, genç ile yaşlı
arasındaki köprü yıkıldığında bugünün de kaos olması kaçınılmazdır.Bunun üzerine eklenen
her tür zorluk, genç yaşlı demeden herkesi çıkmaz sokağa iter. Artan rekabet,
maliyetleri düşürmeye zorlar. Düşen maliyetler yüzleri güldürse de kalitedeki
gerileme yüzleri yeniden asılma sebebidir. Çalışan sayısını azaltmak çözüm gibi
gözükür, bir süre nefes aldırsa da aradan geçen zaman işverenin soluğunu daha
da keser elbette. Buna benzer verilecek onlarca örnek, o işletmeyi değil
uluslararası arenada dimdik ayakta durmak iç pazarda bile dizleri üzerinde
çökmeye zorlar.Vazgeçmelere dayanan
stratejiler tükeniş alametleridir, yanlış yolların kilometre taşlarıdır.
Sürdürdükçe daha yanlış bir yerde bulursunuz kendinizi.Tren kaçmadı
ki, biz koşmadık!Bugün bilgisayarsız
çalışılmıyor, kullanmayan da yok ama bu konu artık çok geride kaldı. Sanayi Devrimi
sonrasında yavaş yavaş iş yaşamına giren ilk bilgisayarların 19. Yüzyıl’ın bir
ürünü olduğunu hatırlayalım. Bu dönem için günümüzde Endüstri 2.0 tanımı kullanılıyor.
20. Yüzyıl’ın kavramı olan Endüstri 3.0 ile dijital dünyanın teknoloji devleri
ortaya çıkmaya başladı. Biz aradan geçen yüzyılda, değişen asırda hala “bilgisayar
kullanmak mı iyidir, kullanmamak mı?” diye tartışıyorduk!Dünya Endüstri 4.0 konusunu
içselleştirme ve kazanca dönüştürme yolunda ilerlerken biz hala donanım
alanında işlemci üretemiyor, yazılım kanadında da arama motoru yapamıyoruz. Bu
hızla değişen ve anlaması her geçen daha da zorlaşan bu dünyayı bir ancak
tercümeler ile takip etmeye çalışıyoruz. Haliyle anlayamıyoruz, doğal olarak
dünyayı yakalayamıyoruz.Dünyada bu farkı
yaratanların hemen hemen tamamı genç(ti). Hepsi de dünyaya farklı bakıyor,
sorunları değişik açılardan ele alıyorlar ve buldukları çözümler ile herkesi
şaşkına çeviriyordu. O yıllarda takdir görmeyen bu gençler bugün Apple olarak,
Google olarak, Microsoft olarak, Facebook olarak, Amazon olarak, Intel olarak,
Cisco olarak, Oracle olarak, eBay olarak karşımızda dikiliyor. Onların
ürünleri, çözümleri olmadan yapamıyoruz.Hal böyleyken peşinden
hiç koşmadığımız treni yakalamamız mümkün mü? Mümkün...Çok geç kalmadık mı?
Kaldık ama...Bunu aşmanın
yolu var...Avantajlarımızı iyi
belirlememiz gerek. Bir tür SWOT, zayıflıklarımız (weakness) yerine güçlü
(strenght) yanlarımıza bakalım. Belki böylelikle tepemizdeki tehdit (threat)
fırsat (opportunity) oluverecektir.Yaşam boyu her yaşta,
günün her saatinde sorunlar ile boğuşmanın bizleri ne kadar bilediğini anlatmaya
gerek yok, hepimiz biliyoruz. Planlama konusunda titizlenenlerin beklenmedik
bir sorun karşısında nasıl tıkandığını yabancılar ile çalışanlar gayet iyi
bilir. Sürprizlere hazır değillerdir... Aksamalar onları mutsuz eder... Oysa
biz, sürprizleri olmayan bir yaşamı sevmeyiz. Gerilmezsek, yorulmazsak yaşadık
bile kabul etmeyiz.Etkinliklerde
çalışan, henüz meslek bilgisi olmayan, yaşamlarının başı sayılacak yaşlardaki
part-time’ların karşılaştıkları sorunları nasıl çözdükleri anlatmak her helde
saatlerce, günlerce konuşmayı gerektirir. Zaten becerisini sergileyenlerin 3-5
etkinlik sonrasında supervisor olmalarından, bu başarısını devam ettirenlerin
de kısa sürede kendi şirketlerini kurması başlı başına birer göstergedir.Göremediğimiz bu genç
meslektaşların kendilerinden sonra gelenlere açtığı kapılardır. Belki de
açmadıkları için görmüyoruzdur ki bu en kötüsüdür. Yaşlanmadan gençlere sırt
çevirmiş bile olabilirler. Henüz meslekte tek haneli yıllarını yaşarken onlarca
yılın deneyimine sahipmiş gibi de davranabilirler.Bunların tam tersini
yapmak, önümüzdeki her türlü engeli aşmanın yegane yoludur. Gençlere yüzümüzü
dönüp yakın durmalarını sağlamak, sadece yapılacak işleri değil meseleleri de paylaşıp
çözüm üretmelerini istemek bu yoldaki ilk adımlar olabilir. Getirecekleri
öneriler büyük olasılıkla beklediğinizin üzerinde olacaktır.Yapmaları gerekeni
yapmaları zaten görevleridir ama henüz yapılmamış olan için kafa yormaları, kim
bilir belki de en büyük ödülleridir. “Henüz gidilmemiş yer en güzel yerdir”
anlayışı gibi belki “henüz bulunmamış çözüm en iyi çözümdür”. Sizi, sahibi
olduğunuz ya da yönettiğiniz şirketi, markanızı ve hizmet verdiğiniz kurumsal
yapıları ileri götürecek inovasyona belki de bu adımlar ile ulaşılacaktır.İlk adımlar
ancak okulda atılabilir...Üniversite ile iş
yaşamı birbirinden farklıdır. Gerek bilimsel ve gerekse felsefi açıdan
paradigmaları aynı değildir. Üniversitede eğitim alan bir öğrenci hata
yaptığında önce hatası anlatılır sonra da nasıl düzelteceği öğretilir. Ders, saat
doldu ya da gün geldi diye bitmez öğrenene kadar devam eder!İş yaşamında ise hata
yapan çalışan, hatanın büyüklüğü ve özellikle de sebep olduğu kayıpların/zararların
boyutuna bağlı olarak, uyarı almak ile işinden olmak arasında bir hafif aya da
ağır ama her koşulda bir ceza ile karşı karşıyadır.Üniversite, öğrenciye
hata yapma hürriyeti verir. İş dünyası ise hata yapanı sevmez.Üniversite, öğretici
istihdam eder ki bilgisini öğrenicileri ile paylaşsın diye. Şirket ise yönetici
istihdam eder ki yapılması gerekenleri yaptırsın diye.Etkinlik konusunda
yönettiğim ve kurucusu olduğum şirketlerde geride bıraktığım 35 yıl ve etkinlik
yönetimi dersi verdiğim tüm üniversitelerde 10 yılı aşkın zamandır tanık
olduğum bu...Üstteki paragrafta
“öğretici” ve “öğrenici” kavramlarımı kullanmam da hem yönetici hem de öğretici
kimliklerim ile edindiğim bu deneyimimden kaynaklı. Öğretmen ya da hoca, birer “isim”
(noun) olarak kişiyi tarif eder. Öğretici ise sıfattır (adjective) ve kişiden
çok kişinin eylemini ya da yaptığını ifade eder. Öğrenci ile öğrenici arasında
da benzer bir fark vardır.Öğretmen ya da hoca
ile öğrenci, yaşlı ile genç gibidir. Az ya da çok bir çatışma hali söz
konusudur. Oysa öğretici ile öğrenici arasındaki ilişki tıpkı usta-çırak
arasındaki gibidir, ahenk ile pekişen saygı ve sevgi egemendir.Tercih elbette iş dünyasınındır...
arttığı iş dünyasında en önemli girdi. Nitelikli bilgi ile donatılan bireyler,
deneyimli olmasalar da yönettikleri şirketleri know-how sahibi yaparak başarıya
götürüyor ve kazandırıyorlar.Günümüz kutuları dron’lara taşıtan, kayıtları da apps ile yapan kafaları ve bu kafalara sahip olanları değerli kılıyor. Bu kafaları yetiştirmek de iş dünyasından çok üniversitelerin görevi. Geleceğin profesyonelleri olacak bu gençler, uluslararası arenada kendilerine yer edinmeye ne kadar hazır? Doğru formasyona sahipler mi? Bu sorulara “evet” diyebilmek sektörün bu anlayışı benimsemesine ve yatırım yapmasına bağlı...
Hakan Türkkuşu
Türkiye’de akla gelenher alanda alaylı-mektepli rekabeti vardı(r). Yaptıkları işe yıllarını veren
alaylılar, dün gelen mekteplileri beğenmez. O alanda en yeni bilgileri edinen
mektepliler de bilgisi neredeyse kendi yaşı kadar uzun geçmişten gelenlere
burun kıvırır. Bu çekişmenin en çok yaşandığı alanlar usta-çırak ilişkisine
sırt çeviren iş kollarındadır. Zanaatkar, geleceğini göremediği ölçüde
gelecekten korkar, hatta yeni olana diş biler. Genel müdür olmak için doğduğunu
sanan, ama hakkını da vermek lazım ki doğduğu günden bu yana bir anne ile bir
babayı hatta biraz da büyükanne ile büyükbabayı başarıyla yöneten, gençler de
geçmişi sevmez. Geçmiş ile gelecek birbirinden koptuğunda, genç ile yaşlı
arasındaki köprü yıkıldığında bugünün de kaos olması kaçınılmazdır.Bunun üzerine eklenen
her tür zorluk, genç yaşlı demeden herkesi çıkmaz sokağa iter. Artan rekabet,
maliyetleri düşürmeye zorlar. Düşen maliyetler yüzleri güldürse de kalitedeki
gerileme yüzleri yeniden asılma sebebidir. Çalışan sayısını azaltmak çözüm gibi
gözükür, bir süre nefes aldırsa da aradan geçen zaman işverenin soluğunu daha
da keser elbette. Buna benzer verilecek onlarca örnek, o işletmeyi değil
uluslararası arenada dimdik ayakta durmak iç pazarda bile dizleri üzerinde
çökmeye zorlar.Vazgeçmelere dayanan
stratejiler tükeniş alametleridir, yanlış yolların kilometre taşlarıdır.
Sürdürdükçe daha yanlış bir yerde bulursunuz kendinizi.Tren kaçmadı
ki, biz koşmadık!Bugün bilgisayarsız
çalışılmıyor, kullanmayan da yok ama bu konu artık çok geride kaldı. Sanayi Devrimi
sonrasında yavaş yavaş iş yaşamına giren ilk bilgisayarların 19. Yüzyıl’ın bir
ürünü olduğunu hatırlayalım. Bu dönem için günümüzde Endüstri 2.0 tanımı kullanılıyor.
20. Yüzyıl’ın kavramı olan Endüstri 3.0 ile dijital dünyanın teknoloji devleri
ortaya çıkmaya başladı. Biz aradan geçen yüzyılda, değişen asırda hala “bilgisayar
kullanmak mı iyidir, kullanmamak mı?” diye tartışıyorduk!Dünya Endüstri 4.0 konusunu
içselleştirme ve kazanca dönüştürme yolunda ilerlerken biz hala donanım
alanında işlemci üretemiyor, yazılım kanadında da arama motoru yapamıyoruz. Bu
hızla değişen ve anlaması her geçen daha da zorlaşan bu dünyayı bir ancak
tercümeler ile takip etmeye çalışıyoruz. Haliyle anlayamıyoruz, doğal olarak
dünyayı yakalayamıyoruz.Dünyada bu farkı
yaratanların hemen hemen tamamı genç(ti). Hepsi de dünyaya farklı bakıyor,
sorunları değişik açılardan ele alıyorlar ve buldukları çözümler ile herkesi
şaşkına çeviriyordu. O yıllarda takdir görmeyen bu gençler bugün Apple olarak,
Google olarak, Microsoft olarak, Facebook olarak, Amazon olarak, Intel olarak,
Cisco olarak, Oracle olarak, eBay olarak karşımızda dikiliyor. Onların
ürünleri, çözümleri olmadan yapamıyoruz.Hal böyleyken peşinden
hiç koşmadığımız treni yakalamamız mümkün mü? Mümkün...Çok geç kalmadık mı?
Kaldık ama...Bunu aşmanın
yolu var...Avantajlarımızı iyi
belirlememiz gerek. Bir tür SWOT, zayıflıklarımız (weakness) yerine güçlü
(strenght) yanlarımıza bakalım. Belki böylelikle tepemizdeki tehdit (threat)
fırsat (opportunity) oluverecektir.Yaşam boyu her yaşta,
günün her saatinde sorunlar ile boğuşmanın bizleri ne kadar bilediğini anlatmaya
gerek yok, hepimiz biliyoruz. Planlama konusunda titizlenenlerin beklenmedik
bir sorun karşısında nasıl tıkandığını yabancılar ile çalışanlar gayet iyi
bilir. Sürprizlere hazır değillerdir... Aksamalar onları mutsuz eder... Oysa
biz, sürprizleri olmayan bir yaşamı sevmeyiz. Gerilmezsek, yorulmazsak yaşadık
bile kabul etmeyiz.Etkinliklerde
çalışan, henüz meslek bilgisi olmayan, yaşamlarının başı sayılacak yaşlardaki
part-time’ların karşılaştıkları sorunları nasıl çözdükleri anlatmak her helde
saatlerce, günlerce konuşmayı gerektirir. Zaten becerisini sergileyenlerin 3-5
etkinlik sonrasında supervisor olmalarından, bu başarısını devam ettirenlerin
de kısa sürede kendi şirketlerini kurması başlı başına birer göstergedir.Göremediğimiz bu genç
meslektaşların kendilerinden sonra gelenlere açtığı kapılardır. Belki de
açmadıkları için görmüyoruzdur ki bu en kötüsüdür. Yaşlanmadan gençlere sırt
çevirmiş bile olabilirler. Henüz meslekte tek haneli yıllarını yaşarken onlarca
yılın deneyimine sahipmiş gibi de davranabilirler.Bunların tam tersini
yapmak, önümüzdeki her türlü engeli aşmanın yegane yoludur. Gençlere yüzümüzü
dönüp yakın durmalarını sağlamak, sadece yapılacak işleri değil meseleleri de paylaşıp
çözüm üretmelerini istemek bu yoldaki ilk adımlar olabilir. Getirecekleri
öneriler büyük olasılıkla beklediğinizin üzerinde olacaktır.Yapmaları gerekeni
yapmaları zaten görevleridir ama henüz yapılmamış olan için kafa yormaları, kim
bilir belki de en büyük ödülleridir. “Henüz gidilmemiş yer en güzel yerdir”
anlayışı gibi belki “henüz bulunmamış çözüm en iyi çözümdür”. Sizi, sahibi
olduğunuz ya da yönettiğiniz şirketi, markanızı ve hizmet verdiğiniz kurumsal
yapıları ileri götürecek inovasyona belki de bu adımlar ile ulaşılacaktır.İlk adımlar
ancak okulda atılabilir...Üniversite ile iş
yaşamı birbirinden farklıdır. Gerek bilimsel ve gerekse felsefi açıdan
paradigmaları aynı değildir. Üniversitede eğitim alan bir öğrenci hata
yaptığında önce hatası anlatılır sonra da nasıl düzelteceği öğretilir. Ders, saat
doldu ya da gün geldi diye bitmez öğrenene kadar devam eder!İş yaşamında ise hata
yapan çalışan, hatanın büyüklüğü ve özellikle de sebep olduğu kayıpların/zararların
boyutuna bağlı olarak, uyarı almak ile işinden olmak arasında bir hafif aya da
ağır ama her koşulda bir ceza ile karşı karşıyadır.Üniversite, öğrenciye
hata yapma hürriyeti verir. İş dünyası ise hata yapanı sevmez.Üniversite, öğretici
istihdam eder ki bilgisini öğrenicileri ile paylaşsın diye. Şirket ise yönetici
istihdam eder ki yapılması gerekenleri yaptırsın diye.Etkinlik konusunda
yönettiğim ve kurucusu olduğum şirketlerde geride bıraktığım 35 yıl ve etkinlik
yönetimi dersi verdiğim tüm üniversitelerde 10 yılı aşkın zamandır tanık
olduğum bu...Üstteki paragrafta
“öğretici” ve “öğrenici” kavramlarımı kullanmam da hem yönetici hem de öğretici
kimliklerim ile edindiğim bu deneyimimden kaynaklı. Öğretmen ya da hoca, birer “isim”
(noun) olarak kişiyi tarif eder. Öğretici ise sıfattır (adjective) ve kişiden
çok kişinin eylemini ya da yaptığını ifade eder. Öğrenci ile öğrenici arasında
da benzer bir fark vardır.Öğretmen ya da hoca
ile öğrenci, yaşlı ile genç gibidir. Az ya da çok bir çatışma hali söz
konusudur. Oysa öğretici ile öğrenici arasındaki ilişki tıpkı usta-çırak
arasındaki gibidir, ahenk ile pekişen saygı ve sevgi egemendir.Tercih elbette iş dünyasınındır...
Event News Köşe Yazarları'nın görüşleri kendilerine aittir. Event News, tüm dünya görüşlerine, yaşam tarzlarına, kişisel seçimlere ve fikirlere eşit mesafede yayın politikasına sahiptir.