1999 yılının ağustos ayındaki Büyük Marmara Depremi’nden neredeyse çeyrek yüzyıl geçtikten sonra, 2023 yılının şubat ayında yaşanan Büyük Güneydoğu Anadolu depremi kamu yöneticilerinin akıl almaz sorumsuzluğunu ortaya koydu. Afet konusunda sınıfta kalan bir Türkiye gerçeği ile yüzleştik.
Bunun sorumluları sadece basiretsiz kamu yöneticileri değil, çuvaldız-iğne örneğindeki gibi kendimize de dönüp bakmamız lazım.
Hakan Türkkuşu
Güneydoğu Anadolu, Akdeniz ve Doğu Anadolu bölgelerinin kesiştiği toplam 108.745 km2 büyüklüğündeki bölge neredeyse Bulgaristan kadar, Portekiz’den daha büyük. Danimarka, Hollanda, İsviçre ve Belçika gibi belli başlı Avrupa devletlerinin ortalama 2,5 katı. Son yıllarda adı sıklıkla geçen ülkesi Katar’ın neredeyse 9 katı büyüklükte.
Yaşayanlar açısından bakılacak olursa 2021 yılı verilerine göre; deprem bölgesindeki 10 ilde toplam 13.897.974 kişi yaşıyor. Bu da Türkiye’deki her 7 kişiden birinin bölge sakini olduğu anlamına geliyor. Deprem bölgesindeki nüfus Yunanistan, Macaristan, Belçika ve Portekiz gibi pek pek Avrupa ülkesinin nüfuslarından fazla.
Özetle büyük bir alanın ve çok sayıda insanın depremden etkilendiği ortada!
Japonya gibi 8.500-9.000 km uzaktan gelen kurtarma ekipleri neredeyse 24 saat sonra bölgeye ulaşırken, karargâhı Malatya’da olan 2. Ordu “eleştirilere konu olan bir gecikme” ile bölgeye 48 saat sonra geldi. Yunan kurtarma ekibine eşlik eden tv muhabir ve kameramanı bölgeye giden onlarca Türk gazeteciden çok daha başarılı bir yayın ile güne başladı. Gönüllü giden Türk doktorlar yaralılar için serum bulamazken İsrail ekibi nasıl bir tablo ile karşılaşacağını bildiği için olsa gerek uçan hastaneleri ile geldi.
İşinin hakkını veren ile bunu başarmak için sayısız engeli aşması gereken arasındaki fark daha baştan çok net olarak görüldü.
Büyük Marmara Depremi’nde yaşananlar, karşılaşılan sorunlar ve yapılan hatalar ne yazık ki aradan çeyrek yüzyıl geçmesine karşın Büyük Güneydoğu Anadolu depreminde de tekrarlıyor.
Şehir demeye bin şahit ister
Tüm Türkiye’yi derinden sarsan deprem bölgesi görüntüleri, yana yatmış binalar, ortadan ikiye bölünmüş dev şehir hastaneleri, çöken belediye ve AFAD binaları başta olmak üzere kamu yapıları, yarılan şehirlerarası duble yollar, göçen havaalanı pisti buraların günümüze yakışan şehirler değil, şehir dekoru olduğunu düşündürüyor insana.
Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı ile Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı bu hazin tabloya, kırık notların bol olduğu karneye daha ilk bakıldığında sınıfta kalanlar. Yolların ve havaalanlarının hizmet dışı kalması inanılması güç fotoğraflar ile sosyal medyada paylaşıldı. Telefon ve internet üzerinden iletişim çok zor yapılabiliyor, ciddi sorunlar yaşanması da cabası.
Asayiş ve sağlık hizmetleri konusunda da İçişleri Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı sınıfta kalanlar arasında. Yağmacılığın, gaspların ve iddialara göre çocuk kaçırmanın hiçbir mazereti olamaz. Medar-ı iftihar kabul edilen dev şehir hastaneleri, bölgeye giden doktorların ifadelerine göre en basit tıbbı malzemeyi temin etmekten aciz.
Tüm depremzedeler arasında çok özel ilgi görmesi gereken ve yaşadıkları travmalar sebebi ile yaşamları boyunca olumsuz izler taşıyacak küçüklere ilgi göstermeyen bir Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı var. Büyüklerin de aynı sebepten dolayı yardım gereksinimi olduğu aşikâr.
Diriye saygı yok, ölüye de yok!
Sayısı her gün artan cenazelerin durumu ise kelimenin tam anlamıyla “ortada”. Savcı ve diğer adli makamların devreye girmesi sonrasında bir an önce defnedilmeleri gerekirken, bir kısmı torbalar içinde bir kısmı açıkta bekletiliyor. Bu konuda üzerine büyük görev düşen Diyanet İşleri ise sala okutmak ile yetiniyor. Ölenin ardından okunan ve bir tür veda olan bu duyurunun enkaz altında kurtarılmayı bekleyenler üzerinde nasıl etki yapacağı akıllara bile gelmiyor.
Hayatta kalanların temel ihtiyaçlarının karşılanmadığı sayısız kaynak tarafından dile getiriliyor, sosyal medyada paylaşılıyor, haber bültenlerinde anlatılıyor ve vatandaşlar mikrofon tutularak ekranlara getiriliyor. Barınma için; kullanıma uygun olup olmadığı kontrol edilerek, kamuya açılması gereken spor salonları, okullar, yurtlar, camiler ve diğer yapılar ile çözüm üretilmesi gerekirken çare, havanın sıfırın altında olduğu bölgede çadırlarda aranıyor. Bu geçici yaşam alanlarına elektrik dağıtmanın ne kadar zor olacağı düşünülmediği gibi ısınmadan aydınlatmaya hemen her konuda çözüme muhtaç yeni sorunlar üretiliyor. Sürekli şarj edilmesi gereken telefonların da bir kısmı göçük altında kaldığı için iletişimde aşılması zor sorunlar yaşanıyor.
Halka bilgi aktarmak için dünyada ışıklı panolar kullanılıyor. Yardım dağıtım istasyonları başta olmak üzere yiyecek ve içecek temin noktaları, konaklama olanakları, bölgeden ayrılmak isteyenler için ulaşım fırsatları hep bu ışıklı panolardan duyuruluyor. Deprem bölgesinde bunun numunesi bile yok. Bilgiler kısıtlı internet olanakları ama esas olarak kulaktan kulağa yayılıyor.
İletişim ve enerji televizyon kanallarının muhabirlerinden kurtarma ekiplerine varınca kadar pek çok görevli onca donanımlarına rağmen çok ciddi sorunlar yaşıyor. Etkinlik dünyasından bir dostumuzun gönderilecek jeneratörlerin yakıtını kendi cebinden karşılayacağını duyurması da farklı konulardaki iyi niyetli vatandaş inisiyatifleri arasındaki yerini alıyor olsa da yetmiyor.
Bu büyüklükte bir meselenin çözümü daha makro kararlar ve önlemleri gerektiriyor. Oysa 30 Ekim 2020 tarihinde meydana gelen Ege Depremi’nde İzmir gayet başarılı bir sınav vermişti.
Yardım malzemeleri her zaman büyük mesele
Geçmişte yardım malzemeleri konusundaki baş rol Kızılay’ındı ancak bu kurumun yıpranması, yerini AFAD’ın alması ile neticelenen süreci başlattı. Eskiden Kızılay banka hesap bilgilerini ilan edip vatandaşı bağışta bulunmaya davet ederdi, şimdi bunu AFAD yapıyor.
Yardımların dağıtımı için istasyonların kurulmasında yine geç kalındı, kurulanlar ise işlerliğe kavuşturulamadı. Gelen malzemelerin envanterini bugün ne yazık ki bilen yok. Ne valilikler ne belediyeler bilmiyor. Elde ne olduğunu bilmedikleri için de plan program hak getire! 1999’da bilinemiyordu, 2023’te de bilinemeyecek.
Yardım malzemeleri bir kez daha kapanın elinde kalacak, kitlelere ulaşmayacak. Oysa gönüllü insan gücünden ki buna doktorlar, eczacılar ve madenciler gibi stratejik önemi olan meslek grupları dahil, iş makineleri ile enkaz kaldırmada kullanılacak her tür ekipmana varıncaya kadar büyük olasılıkla ihtiyaç fazlası var!
SMS ile yollanan en mütevazi maddi desteklerin, reklam edilmeden yollanan büyük bağışların ne amaçla kullanılacağı, ihtiyaç sahiplerine ulaşıp ulaşmayacağı hatta daha da kötüsü alakasız konularda finans aracı olup olmayacağı tıpkı geçmişteki deprem ve yangın gibi afetlerde olduğu gibi meçhul. Deprem vergilerinin miktarının eriştiği miktar ve nasıl kullanıldıkları konusunda tv ve gazetelerde yayınlanan sayısız haberi hatırlayalım.
Sayısız plan modeli var, en işe yarayanı 5N1K
En basit tanımı ile 5N1K, “n” harfi ile başlayan 5, “k” harfi ile başlayan 1 soruyu ifade ediyor. Bunlar; Ne, Nerede, Ne zaman, Neden, Nasıl ve Kim soruları.
Bu metot ile dilediğiniz planı yapmak mümkün. Değişen gereksinimlere göre modeli yeniden düzenlemek hatta baştan kurgulamak da son derece kolay. Afet durumunda;
- Ne yapılacağı sorusunun yanıtı belli; barınma, beslenme, hijyen, sağlık hizmetlerinin öncelikle karşılanması. Barınma söz konusu olduğunda iklime ve hava koşullarına göre yalıtım ve ısınma, beslenme konusunda bir tas çorba ve kuru ekmekten ötesi, hijyen denilince sabundan daha fazlasının akla gelmesi ve çözümlerinin üretilmesi gerekiyor. Sağlık denilince de kişilerin özel gereksinimlerine göre ilaç ve diğer tıbbi desteklerin de sağlanmasına uzanan geniş bir yelpaze söz konusu.
- Nerede sorusu yanıtı da etkilenen her şehir, ilçe, semt, sokak, bina, daireye kadar uzanan bir silsile. Bu konuda muhtarlıklardaki kayıtlara varıncaya kadar titiz bir çalışma yapılması gerekiyor. Çöken bina şu kadar katlı, her katta bu kadar daire, dairelerde de ortalama kişi sayısı hesabı konu afet olunca yeterli olmuyor. Sadece sayılara dayalı bilgiler, kayıplar insan olunca işi bir anda önemsizleştiriyor. Doğrusu, çöken binada kimlerin yaşadığının isim isim listelenmesi ve hayatta kalanların işaretlenmesi, kalanların aranması için çok önemli. Nüfus sayımları da buna bağlı seçmen kayıtları da bu konuda önemli birer referans. Günümüzde “sesimi duyan var mı?” kulaklarımızda çınlayan eski bir nida olması gerekirken ne yazık ki hala “yöntem” olarak kullanılıyor.
- Ne zaman sorusunun yanıtı ise son derece kritik. “Mümkün olan en kısa süre” bile çok fazla. Nefes almadan bir dakikadan fazla yaşamak mümkün değil. Susuzluğa hava koşullarına ve ısıya göre birkaç gün dayanmak mümkün olsa da sonrası kalıcı hasarların baş göstereceğini bilmek için doktor olmaya gerek yok. Barınma ise “en geç” ilk 24 saat içinde çözüme kavuşturulmak zorunda.
- Neden sorusuna pek çok farklı yanıt verilebilir; “insanlık adına” ilk akla gelenlerden biri, “Allah rızası için” de kabul edilebilir. Düşündükçe akla daha farklı yanıtlar da gelecektir ama yaşanan biraz “tersine mühendislik” denilen, Batıda “reverse engineering” olarak ifade edilen yaklaşım. Bunun özeti şu; “neden yardım etmiyorsun?” İyi niyetli de olsa yapılanların çoğu vicdan ile ilgili, bir şeyler yapmanın insana neredeyse dua etmek gibi iyi geleceği anlayışı hakim. Oysa yapılanların bir insana dokunması, bir derde derman olması, en azından bir işe yarıyor olması gerekiyor.
- Nasıl yanıtlanması en zor soru bu belki de. Bu işlerin nasıl planlanacağını bilenler nasıl olur da bu planları yapmaz? Diyelim ki yaptılar, nasıl olur da iş bölümünü göz ardı ederler? Altında insan olan enkaz, tabaktaki balığın kılçığını ayıklamaktan daha büyük titizlik gerektirir. Gözden kaçacak en küçük bir kılçık bile kişinin boğulmasına yol açabilir. Teşbihte hata olmaz; arkeolojik sit alanında bulunan bir fosilin gün yüzüne çıkarılması kadar özenli bir çalışma gerektirir göçük altındaki canlının yeniden dünyaya kazandırılması. Bunları yapmıyor, yapamıyor ve yapacakları yetiştirmiyorsanız bu işlerin “nasıl yapılmayacağı” örneklerini sergiliyorsunuz demektir.
- Kim de yanıtlanması zor sorulardan bir gibi gözükse de aslında en kolay olanı. Söz gelişi “mevcut basiretsizlerden gayrı herkes” denebilir. Onmilyonlarca ya da yüzmilyonlarca bütçesi olan kamu kurumlarının bu işi beceremediğini ve beceremeyeceğini yarım yüzyılı çoktan geride bıraktığım ömrümde gördüm. Oysa sayıları 100-150 kadar olan bir grup gönüllü, doğanın zorlu koşullarında edindikleri deneyimleri ve hepsinden de öte bilgilerini ortaya koyduğu AKUT ile ülkeye umut verdi. Ülkeye gereken de belki bu ruhun korunmasıydı. Bunun yerine yok edilmesi seçildi, yanlış kararın bedelini de Adana, Adıyaman, Diyarbakır, Elazığ, Gaziantep, Hatay, Kahramanmaraş, Kilis, Malatya ve Osmaniye’deki binlerce çökmüş binanın enkazı altında kalan onbinlerce vatandaş ve Türkiye’nin dört bir yanındaki yakınları ödüyor.
Yaşanan bu deprem, bir etkinlik olarak düşünülseydi ya da bir proje olarak gündeme gelseydi bu işin planlanmasında ve yönetiminde görev alan herkes, A’dan Z’ye her kuruluş işinden olurdu.
Belki de bugünler bir milat olur da sorumsuzlar işlerinde olurlar…